Tuesday, July 12, 2011

Rhizome: Ölümsüzlük Düşüncesi, Kaotik Otonomizasyon, Komünizm ve Dinamik Sistemler Teorisi

Ölümsüzlük düşüncesini saplantı haline getirmiş olmamızın siyasi sebepleri olduğunu artık açıkça ifade etmek istiyoruz. Sayfalardır ölümsüzlük üzerine kestiğimiz ahkamlar sadece tek bir amaca hizmet etmekteydi. Bu amaç ise komünizmin eşitlik fikrinin dini inanışların eşitliği ölümden sonraya erteleyen anlayışına son derece ters düşen bir fikir olduğunu kesin ve net bir şekilde ortaya koymaktı. Bununla da kalınmayacak ve ölüm/yaşam dürtülerinin sömürüsü üzerinden kendini besleyen kapitalizm ölüm ve yaşamla kurduğu ilişki bağlamında, aynı bağlam içerisine yerleştirilmiş bir komünizmle karşılaştırmalı olarak eleştirilecekti. Lakin elbette ki bu eleştiri kendisiyle sınırlı kalmamalı ve komünizmin neden gerekli, geçerli ve mümkün bir otonomizasyon modeli (kendini hayata geçirip yöneten dinamik sistem) olduğunu ortaya koymalıydı, koymalıdır.

Bu noktada altını çizmekte fayda gördüğümüz iki sözcük dizisine değinmeden geçemeyeceğiz. Söz konusu sözcük dizileri “dinamik sistem modeli” ve "kaotik otonomizasyon"dur sevgili okur. Gerek dinamik sistem modelinin, gerekse de kaotik otonomizasyonun en güzel örneği ise doğanın işleyişinin ta kendisi olarak çıkmaktadır karşımıza. Doğa bünyesinde sonsuzluğu barındıran bir oluşumdur. Bizzat doğanın kendisi kısır olmayan sonsuz bir döngüdür zaten. Bu döngüyü dairesel haraketlerle sembolize etmeye çalışmak ise son derece boş bir çabadır, zira söz konusu döngü dairesel olmaktan ziyade her yöne doğru yayılan çoğulluğun kaotik otonomizasyonuna sahiptir.

Doğa ile komünizm arasındaki ilişkinin yeniden ele alınması bizi doğrudan komünizmin sonsuzluk ve ölümsüzlük kavramlarıyla eşitlik kavramı arasında kurduğu ilişkiye getirir. Bu ilişki biçimi diyalektiği aşan niteliklere sahiptir. Komünizm ölümlülük ve ölümsüzlük arasında bir ikili zıtlaşma olmadığını, bu kavramların halihazırda birbirlerini bünyelerinde barındırdığını öne süren ve bu ikisinin birbirlerine içkin olduğu hükmünden hareketle eşitliğin ölümün sonrasına, yani ölümsüzlüğe ertelenmesini eleştirerek sonsuz adalete dayalı mutlak eşitliğin bu dünyada, yaşayanların ve ölümlülerin dünyasında hayata geçirilmesini öneren dinamik bir sistem modelidir. Lakin akılda tutulmalıdır ki burada bahsettiğimiz komünizm Sovyetler Birliği veya Çin Halk Cumhuriyeti örneklerinde karşımıza çıkan ve gerek adaletten, gerekse de eşitlikten son derece uzak olmalarına rağmen komünizm adıyla anılan totaliter sistemlerden tamamen farklı nitelikler sergileyen bir komünizmdir. Bizce Sovyetler Birliği ve Çin'deki sistemler devlet kapitalizminden başka bir şey değildi, değildir. Oysa bizim burada kullandığımız anlamıyla komünizm kaotik otonomizasyon tabir edebileceğimiz bir işleyiş biçimine sahiptir ve totaliter olmaktan son dereece uzaktır. Zira bizim kullandığımız anlamıyla komünizm zamanın paraya, paranın da zamana dönüşüp yaşamın sanal bir değerler sistemi üzerine kurulmasının hem sebebi, hem de sonucu olan kapitalizme son derece ters düşen bir biçimde sanal değerleri doğaya empoze etmek yerine gerçek değerleri doğanın kendisinin yaratmasına zemin hazırlayan dinamik bir sistem modelidir.

Bizim bu yazı boyunca yaptığımız Stalin'in otonomizasyon kavramını çarpıtarak kendi emellerimize alet etmektir. Bunu yaparkenki maksadımız ise komünizmi yeniden anlamlandırmak yolunda ontolojik(varlıkbilimsel) bir bağlama yerleştirip ölüm, yaşam ve sonsuzlukla ilişkilendirmek suretiyle günümüzün politik, ekonomik, psikososyal ve psikosomatik sorunlarının çözümü için ne denli gerekli ve mümkün bir dinamik sistem modeli sunduğunu göstermektir. Gelecekte bir gün, "dünyada bu güne kadar insan ile doğa arasında kurulmuş en uyumlu ilişkinin bir temsili" olarak nitelendirilebilmesine yetecek potansiyele sahip olduğunu düşündüğümüz komünizmin amacının ölümsüzlüğü (sonsuz adaleti ve mutlak eşitliği) içinde yaşadığımız bu fani dünyada hayata geçirmek olduğunu ise bilmiyoruz bu raddeden sonra kendimizi tekrarlayıp sözlerimize eklemeye gerek var mı, ama gene de tüm bunları yapıyor ve ediyoruz işte belki vardır diye...

Bu yazıda komünizmin sadece eşit üretim ve eşit tüketime dayanan bir ideoloji olmaktan ziyade insanı merkeze almayan bir düşünce biçiminin dünyamıza yansımasıyla zuhur eden bir varoluş modu olduğuna vurgu yapıldığı son derece aşikar. Bu vurguya vurgu yapmak yolunda diyebiliriz ki komünizmin sonsuz adalet ve mutlak eşitlik kavramlarını günümüz için anlamlı ve alakalı kılan söz konusu kavramların sadece insanlar arasındaki maddi alış-verişlere atıfta bulunmaktan ziyade dünyamızdaki canlı-cansız tüm varlıklar arasında tezahür eden bir ilişkiye atıfta bulunuyor olmalarıdır. İnsanlar ile öteki varlıklar veya nesneler arasında hiyerarşik olmayan bir eşitlik ilişkisinin hayata geçirilebilmesi için öncelikle ölümlü bir insan gibi düşünmekten vazgeçilmesi gerekir. Ölümsüzlük düşüncesi işte bu anlamda insanı merkeze almayan komünist teorinin itici güçlerinden biri olarak çıkar karşımıza. Dürtülerin kısır-döngüsünü kırarak insanın içindeki aşkınsal düzeyi açığa çıkarmak ve sonsuz adalet ile mutlak eşitliği tanrıya atfetmek yerine doğaya iade etmek ise sadece komünistlerin değil, gezegenimizde yaşayan tüm insanların birincil vazifesi olmalıdır.

© http://cengizerdem.wordpress.com - Temmuz 2011, Girne.


Sunday, April 10, 2011

La Commune (Paris, 1871). 2ème partie. (with english subtitles)



Par Peter Watkins. "La Commune (Paris, 1871) is a 2000 historical drama film directed by Peter Watkins about the Paris Commune. It is a historical re-enactment in the style of a documentary, and was shot in just 13 days in an abandoned factory on the outskirts of Paris. The large cast is mainly non-professional, including many immigrants from North Africa, and they did much of their own research for the project. As Watkins says, "The Paris Commune has always been severely marginalized by the French education system, despite - or perhaps because - it is a key event in the history of the European working class, and when we first met, most of the cast admitted that they knew little or nothing about the subject. It was very important that the people become directly involved in our research on the Paris Commune, thereby gaining an experiential process in analyzing those aspects of the current French system which are failing in their responsibility to provide citizens with a truly democratic and participatory process."[1] Like many of Watkins' later films, it is quite lengthy - a long cut runs 5 hours and 45 minutes, though the more common version is 3 and a half hours long."

La Commune (Paris, 1871). 1ère partie. (with english subtitles)

Par Peter Watkins. "La Commune (Paris, 1871) is a 2000 historical drama film directed by Peter Watkins about the Paris Commune. It is a historical re-enactment in the style of a documentary, and was shot in just 13 days in an abandoned factory on the outskirts of Paris. The large cast is mainly non-professional, including many immigrants from North Africa, and they did much of their own research for the project. As Watkins says, "The Paris Commune has always been severely marginalized by the French education system, despite - or perhaps because - it is a key event in the history of the European working class, and when we first met, most of the cast admitted that they knew little or nothing about the subject. It was very important that the people become directly involved in our research on the Paris Commune, thereby gaining an experiential process in analyzing those aspects of the current French system which are failing in their responsibility to provide citizens with a truly democratic and participatory process."[1] Like many of Watkins' later films, it is quite lengthy - a long cut runs 5 hours and 45 minutes, though the more common version is 3 and a half hours long."

Saturday, April 9, 2011

On Modern Servitude (Video)



“All truth passes through three stages.

First, it is ridiculed.

Second, it is violently opposed.

Third, it is accepted as being self-evident.“

Schopenhauer

On Modern Servitude is a book and independent documentary film 52 minutes in length; the book (and the DVD contained within) is available for free at select independent distributors in France and Latin America. The text was written in Jamaica in October 2007 and the documentary was completed in Colombia in May 2009. It is available in French, English, Spanish, Romanian, Portuguese, and Italian. The film is composed of imagery appropriated primarily from commercial movies and documentaries.

The central objective of this film is to reveal man’s condition as a modern slave within the context of the totalitarian mercantile system and to show the forms of mystification which mask his servile condition. Its aim is to attack head on the dominant world organization.
In the vast field of battle of the worldwide civil war, language is often employed as a weapon. The true nature of things has been purposefully distorted through the misuse of language; words are assigned to distort meaning, we must call things by their names and rectify the fraud, restore the truth. The so called Liberal Democracy is a myth, the dominant world organization is neither democratic nor liberal. It is paramount that the myth of Liberal Democracy be corrected and replaced with its true representation as a Totalitarian Mercantile System. We must propagate this new appellation with the aim of awakening the people to the reality of their present domination.

Some hope to herein find solutions or readymade answers, a kind of a treatise on “How to make a revolution?” This is not the aim of this film. Its purpose is to offer an accurate critique of the society we must combat. This film is above all a militant tool whose purpose is to inspire the greatest number of people to question themselves and to spread this criticism to where it has had no access. We do not need a guru to instruct us on how to act. The freedom to act must be our defining principle. Those who wish to remain as slaves sit by in anticipation of the coming of the providential man or of a guide, that once followed to the letter will bestow upon them freedom. One has witnessed such works and such men throughout the entire history of the 20th century, who have set out to embody the revolutionary avant-guard and to conduct the proletariat towards freedom from their condition. The nightmarish results speak for themselves.

Moreover, we condem all religions in that they generate the illusions which lure us into accepting our sordid condition and because they lie and speak nonsense about nearly everything. However, we condem in equal measure the stigmatization of any religion in particular. Those who subscribe to the ideas of a Zionist plot or the Islamic peril are but poor fools who mistake radical criticism with hate and disdain. They produce only muck. If some amongst them (any in their ranks) call themselves revolutionaries it is rather in the spirit of the “nationalist revolutions” of the 1930’s and 40’s than in the revolution of liberation to which we aspire. The need for a scapegoat is as old as civilization, and is none but the product of the frustrations of those who seek facile answers to the evil that burdens/afflicts us. Here there can be no ambiguity as to the nature of our battle. We favor the emancipation of all of mankind, without any form of discrimination(exception). All for all is the essence of the revolutionary doctrine platform to which we adhere.
The sources which have inspired my work and my life in general are explicit in the film: Diogène de Sinoppe, Étienne de La Boétie, Karl Marx et Guy Debord. I make no secret of it nor do i pretend to have invented the wheel. AcknowledgeRecognize the merit to make use of them to clarify. Those who find fault with this work in that it be insufficiently revolutionary or exceedingly radical or even pessimistic have only to propose their own vision for the world in which we all live. The more numerous we are in diffusing these ideas the more likely is radical change to emerge.
The economic, social and political crisis has revealed the evident failure of the totalitarian mercantile system. A flank has been exposed. A door has been opened. It is time to seize the advantage, strategically and without fear. We must, however, act quickly. The machinery of power(authorities), aware of the radicalization of dissent, have prepared an incommensurable preventive strike, the likes of which we have not yet seen. The urgency of the moment demands for unity over division, that which binds us is far greater than that which divides us. It is always very comfortable to critisize the organizations, individuals or groups who claimstewardship ownership of the social revolution. In reality however, these criticisms contribute to a generalized paralysis which tends to convince us that nothing is possible. We must not mistake our enemy. We must not to fight the wrong enemy.Xxxxx The traditional in-fighting of the revolutionary camp must give way to unity of action of all our forces. Doubt everything, even doubt.
The text and the film are in the public domain, they can be copied, distributed, and broadcast freely. They are completely free of charge and under no circumstance shall they be sold or commercialized in any way. It would be incoherent, to say the least, to propose selling an object whose objective it is to decry the omnipresence of merchandise the market. The offensive strike struggle against private property, intellectual or other, is our strength asset against the present domination. a force equipped to deal a quick offensive or retaliatory blow.
This film, which is distributed outside all commercial and legal channels, could not exist but for the support of those who organize its broadcast and transmission/projection. It does not belong to us, it belongs to those who wish to cast it into the fire of combat.

Monday, February 28, 2011

J.G. Ballard: Icarus and the Dying Fall into Nothingness (Dark Chemistry)

"For Bataille, the reason why people see the foot as inferior to the head is their habit of attributing a higher status to the vertical forms of thought. Man should fall on his four legs, otherwise he will never be able to write himself out not only as the writer but also as the written, not only as the seer but also as the seen."
     - Cengiz Erdem

J.G. Ballard in the final story of his illustrious career let his protagonist utter the words of a man who was still haunted and defeated by the power of the natural life-death drives: 

"I escaped, but that expression of triumph on Elaine's face still puzzles me. Had she seen me pushing against the tower and assumed that I was responsible for its collapse? Was she proud of me for hating her so fiercely, and for at last stirring from my impotence to take my revenge? Perhaps only in her death did we truly come together, and the Tower of Pisa served a purpose for which it had waited for so many centuries." [1]

J.G. Ballard: Icarus and the Dying Fall into Nothingness via Dark Chemistry

Thursday, September 16, 2010

makemassair / suppression (Video)


suppression (2006) from makemassair on Vimeo.

no system can explain itself and no machine can understand its own workings.

- Gödel’s theorem


the second in a trilogy of films completed in 2006.

this film deals with suppression and duality of mind. can the mind exist separate from the body, what if we acted how deeply we really wanted or needed to. is our reality just that, only ours. what is perception…
camera
edit
post-production
sound design
makemassair

cast
Helen Deavall
Andy Moore
Chris Sterling
Tayo & Felix (RIP)

Monday, June 14, 2010

Examined Life (Video)



"In Examined Life, filmmaker Astra Taylor accompanies some of today’s most influential thinkers on a series of unique excursions through places and spaces that hold particular resonance for them and their ideas.

Peter Singer’s thoughts on the ethics of consumption are amplified against the backdrop of Fifth Avenue’s posh boutiques. Slavoj Zizek questions current beliefs about the environment while sifting through a garbage dump. Michael Hardt ponders the nature of revolution while surrounded by symbols of wealth and leisure.

Judith Butler and a friend stroll through San Francisco’s Mission District questioning our culture’s fixation on individualism. And while driving through Manhattan, Cornel West—perhaps America’s best-known public intellectual—compares philosophy to jazz and blues, reminding us how intense and invigorating a life of the mind can be.

Offering privileged moments with great thinkers from fields ranging from moral philosophy to cultural theory, Examined Life reveals philosophy’s power to transform the way we see the world around us and imagine our place in it."

Monday, June 7, 2010

To Shoot an Elephant



"To shoot an elephant" is an eye witness account from The Gaza Strip. December 27th, 2008, Operation Cast Lead. 21 days shooting elephants. Urgent, insomniac, dirty, shuddering images from the only foreigners who decided and managed to stay embedded inside Gaza strip ambulances, with Palestinian civilians.
Directors: Alberto Arce/ Mohammad Rujailah

Saturday, January 23, 2010

Fantezi Makinesinde Hakikat Sızıntısı

Fantezi Makinesinde Hakikat Sızıntısı, ironinin doruklarında gezen teorik bir anlatı. Dünyadaki tüm televizyon ekranlarının yanı sıra daha başka ekran mekanizmalarının da bilinmeyen bir sebepten ötürü bir anda beyaza bürünmesi neticesinde gelişen düşündürücü ve bir o kadar da kaygı verici hadiseleri konu alıyor. Tekvin adındaki baş-karakter, yazılmış ama henüz yayımlanmamış kitabında tüm bu olanları öngörmüş bir bedbahttır. Televizyonsuz dünyadaki sistem hızlı bir biçimde çökerken, Tekvin de kitabıyla gerçek hayat arasındaki bu kaygı verici benzerliğin kaynağını araştırmak üzere Amsterdam şehrine doğru yola koyulur. Acaba Amsterdam’da neler olmuş, hangi doğaüstü güçler işin içine bit yenikleri serpiştirmiştir?

Yazar: Cengiz Erdem

Sayfa Sayısı: 137
Dili: Türkçe
Yayınevi: Geniş Kitaplık

Wednesday, January 6, 2010

Wavelength - Michael Snow (1967)



The complete uncut version of the classic and infamous, experimental, extremely rare 1967 avant-garde film, Wavelength by Michael Snow.

Sunday, January 3, 2010

Alain Badiou - The Event as Creative Novelty 2009 1/13 (Video)







Alain Badiou lecturing about mathematical logic in relation to Aristotles book 4 of the Metaphysics, in particular on the proposition of the excluded middle and its relation to the event as creative novelty. He proposes that of the four types of logic it is the fourth type of negation—the negation that obeys neither the principle of non-contradiction nor the principle of the excluded middle—is in fact the total destruction of any power of negativity. It is the null point of the first three propositions in which negation finally exists only as the negated. Badiou uses this proposition to illustrate his ontology that a thing—be it physical, biological, scientific, philosophic or juridical— is a pure multiplicity without any qualifying determination. The laws of the world are not laws of things themselves but instead laws between the relationships of things. Public open lecture for the students and faculty of the European Graduate School EGS Media and Communication Studies department program Saas-Fee Switzerland Europe 2006 Alain Badiou.
Alain Badiou teaches at the École Normale Supérieure (ENS) in Paris and holds the Réné Descartes chair of Philosophy at the European Graduate School (EGS) in Saas-Fee, Switzerland. Though renowned for his extensive contributions to philosophy, Badiou has also written several plays, novels and political essays. Badious political life has been greatly formed by the events of 1968 and its aftermath; he remained a committed Maoist until the end of the 1970s. In 1985 he formed along with Sylvan Lazarus and Natacha Michel, L'Organisation Politique, a post party organization dedicated to direct popular intervention and the representation of the unrepresented. His book, The Meaning of Sarkozy, addresses directly the significance behind the election of the vulgar by a reactionary public.

Badious philosophy begins with the event—seen as a break with a world highly ordered and structured and which is constituted by language and determined by relations to power—that allows one, or many, to free themselves from commonly held beliefs or assumed truths, doxas, if only momentarily. Through this brief event however, through its taking up, one gives the event the chance to persist—indeed, there is the formation of an ethical obligation here—and allows one the opportunity to move beyond mere knowledge, doxa, and into the field of truth. Truth, for Badiou, is the passionate, all consuming process of searching taken up by a subject fleeing the ordinary, state of affairs, the standard.

Different however from the ethics of previous thinkers, Badious ethics is not devoted to turning us all into good people. Instead, it is an ethics which desires what is good, moves towards what is good. In describing an event, or in persisting in an event, Badiou subscribes to what could be called three virtues—discrimination, perseverance, and moderation—in an attempt to stave of the evils of betrayal or misunderstanding. To fail to discriminate is the first ethical pitfall; to assume that a historical occurrence like National Socialism is an event is to not see the self serving aspect of the belief. National Socialism galvanized one set of people while leaving another—or several others be they Jew, Gypsy, Homosexual—out in the void. One must identify an event instead as free from set criteria and without verification procedures; the event must be open. The second pitfall is the lack of perseverance; ethics acts as a a support for a subject during its investigation of an event. Ethics entreats a subject forward in persisting. Finally, ethics also acts to keep the subject from going too far; the subject in its enthusiasm, seeks to name the entire situation, to make the multiplicity singular, inevitably closing down all other situations, conversations, opinions, dialogues. For Badiou, philosophy is always under the condition of art, science, politics and love. Ethics is the means by which each condition pursues its unique truth. The task of philosophy is to work under these truths, to seek, and to identify within the limits of these truths. (EGS) http://www.egs.edu/  

Alain Badiou's English translations are Deleuze: The Clamor of Being (1999), Ethics: An Essay on the Understanding of Evil (2000), On Beckett (2003), Being and Event (2005), Number and Numbers (2008), Logic of Worlds: Being and Event, Volume 2 (2009), Pocket Pantheon: Figures of Postwar Philosophy (2009). His most recent book, Theory of the Subject was released in July 2009.

(c) European Graduate School, 2009.

Sunday, December 27, 2009

Threads - Nuclear War, 1984 (Full Length Film)


Threads is a 1984 television docudrama depicting the effects of a nuclear war on the United Kingdom and its aftermath. Written by Barry Hines and directed by Mick Jackson, Threads was filmed in late 1983 and early 1984. The premise of Threads was to hypothesize the effects of a nuclear war on the United Kingdom after an exchange between the Soviet Union and the United States escalates to include the UK.

Saturday, December 5, 2009

Slavoj Zizek - Ordu gönüllü olmamızı emrediyor (Taraf Gazetesi)

Taraf / TUĞBA TEKEREK - İstanbul - 05.12.2009


SlovenyaIı düşünür Zizek, “Bizde de sizdeki gibi kendine toplumda önemli rol atfeden bir ordu var” diyerek şu örneği veriyor: Askere gidince ‘Vatanım için hayatımı feda edeceğime yemin ederim’ yazılı not imzalatılıyor. Yani gönüllü olarak yemin etmeniz isteniyor. Size bir seçme hakkı veriliyor gibi görünüyor ama aslında hiçbir seçim özgürlüğümüz yok.

Toprak sahibi, zaten zor koşullarda yaşayan köylülerin ücretini daha da düşürür. Meydanda toplanan köylüler “Ama çocuklarımız açlıktan ölüyor” diye karşı çıkınca, “Para yok para. Söylediklerimi duymuyor musunuz? Kulağınız yok mu?” diye bağırır. Bunun üzerine köylülerden biri elindeki orakla kulağını keser “Benim yok” der.

Slavoj Zizek önceki gün Boğaziçi Üniversitesi’nde ideoloji ve ona karşı duruşu anlatırken verdiği örnekler arasında Bernardo Bertolucci’nin bir filminde geçen bu sahne de vardı. Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü ve Encore Yayınları’nın düzenlediği Post-İdeolojik Dünyada İdeoloji başlıklı konferansta Zizek Matrix’ten Beşir’le Vals’e onlarca filmden, Stalin’den Irak Savaşı’na, dünyanın hâl ve gidişatından bahsetti.

Marks, Hegel ve Lacan geleneğinden gelen Zizek, kendisini bir Marksist olarak tanımlıyor, konuşmasında kimi zaman “Ben bir narsistim” diyor. İdeoloji, kapitalizm, din, çokkültürcülük gibi konularda önemli teorik katkıları olan Zizek, popüler kültür okumaları yapıyor. Postmodernizmi eleştiren, Lenin’i diriltmekten bahseden Zizek, bugün solcuların da ilgiyle takip ettiği düşünürlerin başında geliyor. 1949 doğumlu Zizek halen Slovenya Ljubljana Üniversitesi’nde dersler veriyor. Zizek’le yaptığımız özel söyleşi ve konferanstaki konuşmasından bazı bölümler şöyle:

Twitter’la başım dertte
» Sizin vasıtanızla duyurmak istiyorum, ne Twitter’da ne de Facebook’taki Zizek’ler benim. Bu durumdan nefret ediyorum çünkü özellikle Twitter’daki “Zizek speaks” adlı kişi beni çok iyi taklit ediyor. Ama, bunun bile olumlu bir yan etkisi olabilir. İnsanlar “Twitter’daki kişi gerçekten Zizek mi değil mi?” diye şüphe etmeye başladıklarında kendilerine sunulan şeyi sorgulamış olacaklar.

» Korkmayın, size “gerçek diye bir şey yoktur” şeklindeki saçma sapan postmodern yaklaşımdan bahsetmeyeceğim. Lacan’ın harika bir sözü vardır: “Gerçeğin kurgusal bir yapısı vardır.”

Rüyana sahip çık
» Bizde de sizdeki gibi kendine toplumda önemli bir rol atfeden bir ordu var. Askere gittiğinizde “Vatanım için hayatımı feda edeceğime yemin ederim” diye bir kâğıt imzalatıyorlar. Bir arkadaşım “Bu bir emir mi, yoksa yemin etmemek gibi bir seçeneğim var mı?” diye sormuş. Karşısındaki subay “Gönüllü olarak yemin etmek zorundasın” demiş. En sonunda arkadaşım imzalamış ama altında subayın şu notuyla birlikte: “Ben ordu adına, gönüllü olarak yemin etmeni emrediyorum”. İşte size bir seçme hakkı veriliyor gibi görünüyor, ama aslında seçim özgürlüğümüz yok. İdeoloji budur.

» Starbucks kahvesi alırken kahveden çok daha fazlasını satın alıyorsun aslında; etik ticaret falan filan. Organik gıda alırken de aslında bir ideoloji satın alıyorsun. İktidar kendisini ancak bizim rüyalarımız aracılığıyla yeniden üretebilir. İktidarın bize hâkim olabilmesi için arzularımıza sızması gerekir. Kurtuluşun ilk adımı bu: “Rüyalarımıza sahip çıkmak.”

Bana kafeinsiz komşu lütfen
» Çokkültürcülükle, bir kültür diğerine saygı göstermeli gibi şeyleri kastediyorsanız, tabi ki bunu destekliyorum. Ama ideolojinin oyunu buradadır işte. Şeyler, aslında yalnızca o şeyler değildir. Meseleye daha yakından bakalım. Bugün hangi ürünlere rağbet artıyor? Ürünü, içinde o ürün yapan zehirli madde olmayanlara, örneğin alkolsüz bira, kafeinsiz kahve, yağsız çikolata, çokkültürcülükte benim her zaman şüphe ettiğim şey şudur; komşuyu, ‘öteki’ni istiyoruz ama kafeinsiz olarak, hoşgörü kisvesi altında hoşgörüsüz davranıyoruz. Asıl zor olan ‘öteki’ni ‘gerçek öteki’ olarak kabul etmektir.

Mücadelede dayanışma
» Sorunların çözümünün kolay olmadığını kabul etmemiz gerekiyor. Burada benim görebildiğim tek çözüm, mücadelede dayanışma. İsrail hükümetinin yerinden etmeye çalıştığı Filistin köylerinde İsrailli lezbiyen punk genç kadınlarla başörtülü, muhafazakâr Filistinli kadınların dayanışması gibi. Bu bence sihirli bir şey, ütopya gibi. UNESCO’nun sıkıcı kültürler dayanışmasına inanmıyorum. Mücadelede dayanışmaya inanıyorum.

» Bir Marksist olarak şunu söyleyebilirim, “Felsefeciler sadece dünyayı yorumladı, biz değiştirmeliyiz” tezi 20. yüzyılda doğruydu. O dönemde dünyayı değiştirmek için çok fazla uğraştık, şimdi biraz daha fazla onu anlama zamanı. Bir şeyler oluyor bugün. Gerçekte neler olduğunu bilmiyoruz. Birkaç yıl önce New York’ta bir laboratuvarda farenin beynini bilgisayara bağladılar ve onun adımlarını kontrol edebildiler. Yepyeni bir çağda yepyeni problemlerle karşılaşıyoruz. Biyogenetik, ekoloji, fikri mülkiyet... Her şeyi yeniden tanımlamak zorundayız. “İnsan olmak ne demektir”ten başlayarak.


Monday, November 30, 2009

Panopticomania

        http://panopticomania.wordpress.com/



            Robert and Shana Parke-Harrison, Architect's Brother
                                        
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...