Sunday, April 19, 2009

Devlet ve Sinir Bozukluğu Arasındaki İlişki

Kötü yönetimlerin insanların sinirlerinin bozulmasında oynadığı önemli rolü artık hepimiz biliyoruz. Kişinin ruh sağlığının maruz kaldığı yönetilme biçimlerine bağlı olarak iyileşip kötüleşebileceğini söylemenin barizliğinden ötürü neredeyse ayıp kaçacağı bir dönemdeyiz. Bu yazıyla değinmek istediğim konu devletin ruh sağlığı ile toplumun ruh sağlığı arasındaki ilişkidir, ki bu zaten yazının başlığından da anlaşılmaktadır. Devletin bir kişi olmadığından hareketle, “devlet kişileştirilerek insani vasıfların atıf nesnesi kılınamaz, devletin ruh sağlığı diye bir şey yoktur, ancak sevk ve idare mekanizmasında etkin (ama yurdumuzda edilgen) konumlar işgal eden devlet yöneticilerinin ruh sağlığından söz edilebeilir,” demek doğru bir yaklaşımın ürünüymüş gibi gözükebilir ilk bakışta. Ve/fakat bu yaklaşımın doğruluk görüntüsü benim devletin ruh sağlığından söz etmeme engel teşkil etmez.Vitrinde dururken kaliteliymiş gibi görünen son moda tekstil ürünlerinin aslında hiç de göründükleri kadar kaliteli mallar olmadıklarını anlamak için onları bir süre giymek gerektiğini sen de takdir edersin herhalde sevgili okur. Bu mallar genellikle ilk yıkamadan sonra solar, veya zipleri paslanır, ne açılır ne kapanır öyle orta yerde sıkışıp kalarak mahrem yerlerin ortaya çıkmasına sebebiyet verir. Hiç beklenmedik bir anda eteği en aksi yerden yırtılan kadınlar, pantolonunun zibi son derece bozuk adamlar gördüm ben bu hayatta.Benim bu yazıdaki amacım devletin sevk ve idare mekanizmalarını işgal edenlerin ruh sağlığındaki bozukluğun devletin ve toplumun ruh sağlığının bozukluğundan ayrılamayacağını göstermek, ve bundan hareketle de akli dengesi bozuk, yani özetleyecek olursak iyi ile kötü arasındaki ayrımı yapamayan, neyin yapılması, neyinse yapılmaması gereken şey olduğu konusunda karar veremeyen bireylerin ortaya çıkmasına sebebiyet verdiklerini göstermektir. Bunun kanıtı son dönemlerde ya özel ruh doktoruna, ya tımarhaneye, ya kerhaneye, ya kumarhaneye, ya diskoteğe, ve hatta abartacak olursak hepsine birden giden çaresiz ve bunalımlı insan sayısında gözlemlenen azımsanamayacak artıştır.Bu saptamalara tuz ve biber eklemek için Hakkı Yücel’in 9 Nisan 2006 tarihli Afrika Pazar’da yayınlanan ve “Mafya Olmak İstiyoruz, Bıktık Bu Hayattan!” diye bağırarak intihara teşebbüsü meşhur olmak için büyük bir fırsat olarak gören çaresiz insanları anlattığı yazısını tekrar ve dikkatle okumamız yeterli olacaktır. Televizyonlarda hemen hemen her gece prime-timeda gösterilerek reyting rekorları kıran ve gençliği mafyalaşmaya özendiren T.V. dizilerine yönelik son derece yerinde olduğunu düşündüğüm bu eleştiri yazısında Hakkı Yücel’in yaptığı tespitleri göz önünde bulundurursak sistemin bir bütün olarak ne denli canavarlaştığını ve kendini sürekli yeniden üreterek canına can katmak için geliştirdiği manipülasyon tekniklerinin vardığı korkunç boyutları idrak etmemiz kolaylaşır.İflasın eşiğine gelmiş yöneticilerin yönettiği bireyler ve onların oluştrurduğu toplumlar kararsızlık içerisinde yaşama karşı ve kendilerine kıyıcı eylemlere girişebilmektedir. Bu durumun ortaya çıkmasında ise siyasi sahnede boy göstermese bile mafyanın rolü son derece büyüktür. Yani kitle ve iktidar oyuncularsa, mafya mensupları da sahne gerisinde bu kuklaların iplerini çekip hareketlerini yönlendiren yönetmenlerdir. Bu hazin tablo kafasında yarattığı ve yönetimi teslim ettiği doğaüstü güçlerden medet uman bir topluluğu resmeder.Ruh ve sinir hastalıklarının önlenmesi ve sağlıklı bir toplumun yaratılması ruh doktorlarının ilaç endüstrisine hizmet eden, çoğu zaman yanlış teşhise dayalı ve dolayısıyla da hatalı reçeteleriyle değil, mevcut sistemin major, yani topyekün değişimiyle mümkündür. Devlet ve sinir bozukluğu arasındaki ilişki iyi veya kötü bir ilişki biçimini alabilir. Eğer bu ilişki iyi bir ilişki biçimini alırsa sinirler düzelir, kötü bir ilişki biçimini alırsa sinirler bozulur. Bu ilişkinin kötü bir ilişki halini alması genelde devletin içsel çelişkilerinden kaynaklanır ve sorumlusu devleti yönetenlerdir. Devlet yönetimine aklıldışılık ve mantıksızlık hakim olursa kaos bireyler bazında topluma yayılır ve ülke açık hava tımarhanesine döner. Eğer bir ülke tımarhaneye dönerse, iyileşenler dışarıya hapsedilir. Yani iyileşmek tımrahane dışına hapsedilmeyi gerektirir; ki bu mantıken de doğrudur. Yani eğer bir kişi iyileşmişse tımarhanede ne işi vardır sevgili okur?Sinirlerin düzelmesi için devletin iyi yönetilmesi gerekir. İyi yönetilen bir devlet ruh sağlığı bozuk olmayan ve onu yönetenlerin eylemlerine akıldışılığın hakim olmadığı bir yapıya sahiptir. Devletin iyi yönetilmesi için yapılması gereken insanların kendi üzerlerindeki bir güce, dıştan empoze edilmiş kutsal ve dokunulmaz bir kanuna tabi kılınmalarıyla olmaz. Tam tersine, iyi yönetim insanların ihtiyaçlarını, düşledikleri yaşam biçimini, parçası olmak istedikleri toplum modelini göz önüne alır; yani insanlara kulak verir, onları dinler ve ondan sonra da insanların istekleri doğrultusunda eylemlere girişir.Bu günlerde dünyada demokrasinin artık iyi yönetimlerin oluşumu için yetersiz kaldığından söz ediliyor. Mevcut demokrasinin pek çok yönden yetersiz bir yönetim biçimi olduğu doğrudur. Mesela demokrasilerde bireyler oylarını verdikten sonra oyu verdikleri kişilerin eylemleri üzerinde en ufak bir etkinliğe sahip olamamaktadırlar. Yani ben oyu şu kişiye veriyorum, ama bu kişi kim bilir ne haltlar edecek seçimi kazandıktan sonra, bu nasıl demokrasi; oyu verdiğim kişi benim aleyhime işler yapıyor, halbuki seçimden evvel böyle demiyordu. Ve/fakat bu, demokrasinin mevcut yönetim biçimleri arasında en akla yatkın olanı olduğu gerçeğini değiştirmez. Tüm bunlar demokrasinin yetersizliklerini görmek için yeterlidir sanırım. Ama her yeterliliğin içinde yetersizliklerini de barındırdığını, zira yetersizliğin yaşamın koşulu olduğunu da unutmamalıyız. Total yeterlilik ya ölümden sonrasıdır ya da doğumdan öncesi. Zaten faşizm de her bakımdan mükemmel ve her şeye yeterli bir yönetim biçiminin bulunduğu yanılsamasıyla ortaya çıkan ve önceden belirlenmiş normlardan sapma gösteren her şeyin katlinden medet umanm bir ideolojidir. Faşitler kendilerini tanrılık mertebesine yükseltir ve kendilerini idealize ederler; akabinde ise bu idelize edilmiş insane modeline uymayan herkesi öldürürler.Şimdi bu noktada karşımıza çok ilginç bir soru cıkıyor: Demokrasilerde seçimi kazanmak için adaylar kendilerini ve partilerini idealize etmezler mi? Yani kendilerinin en iyi seçenek olduğunu göstermeye çalışmazlar mı? Bu da bizi demokrasinin içindeki faşistlik kırıntılarınıdan haberdar etmez mi? Etmesine eder elbet, ama bu, demokrasinin yerine totaliterizmi getirmemizi savunduğum anlamına gelmemelidir. Burada yaptığımı mevcut demokrasi modellerinin aslında iddia edildiği kadar da demokratik olmadıklarının altını çizmektir.Totaliter bir devlet ruh sağlığı bozuk bir devlet olduğuna göre merkezi bir yönetime maruz kalanların ruh sağlığının da bozulacağını sölemeye gerek bile yok.Demek ki yapılması gereken demokrasinin sürekliliğini sağlayacak yeni demokratik devlet modelleri üretmekten geçer. Bana kalırsa hem liberal demokrasi, hem de sosyal demokrasi sorun çözmek yerine sorun yaratarak sürdürür varlığını. Bunun en önemli göstergelerinden birisi ise yurdumuzda şu anda iktidarı elinde bulunduran ve bir kanadında “sosyal demokratların,” öteki kanadında ise “liberal demokratların” yer aldığı sevk ve idare mekanizmasının sefaletidir. Bunların iktidara gelmesinden sonra bunalıma girmek, hatta deli olduğunu sanmak moda olmuş, ruh doktorlarına terapi için giden insan sayısında muazzam bir artış gözlenmiştir. Sen de takdir edersin ki bu ikisi hiç bir şeyi değiştirememiştir sevgili okur. Tek yaptıkları özgürlüğü bir metaya dönüştürüp meta fetişizmini inanılmaz boyutlara ulaştırmaktır. Bunun en önemli göstergesi ise eğlence, kumar, beyaz kadın ticareti, fuhuş gibi sektörlerin yanısıra, araba satışında gözlemleyebileceğimiz inanılmaz artıştır. Bence ruh doktorlarının hastalarına verdikleri ilaçları da bu tüketim malları içerisine alıp birer fetiş nesnesi olarak yorumlayabiliriz. Fetişizm demek insanın hayatındaki anlamsızlığı, kendi içinde hissettiği boşluğu kapitalizmin sunduğu tüketim mallarıyla doldurmaya çalışmasına verilen addır.Kısacası kapitalizmin ürettiği modeller olan sosyal ve liberal demokrasi modelleri en çok mafyaya söz ve eylem hakkı tanımış, insanların parasını hüüp diye çekerek karanlık güçlere kanalize etmiş ve böylelikle de gerek yurdumuzda gerekse dünyamızda organize suçu yaşam biçimi haline getirmiş mafyozların zaten atmakta olduğu finklerin ve sağlamakta olduğu rantların artışına sebep olmuştur.Tüm bunların ışığında denebilir ki en sağlıklı demokrasi biçimi demokratik sosyalizmdir ki demokratik sosyalizm mafyanın değil, toplumu oluşturan bireylerin sevk ve idare mekanizmalarına istedikleri an müdahale edebilecekleri bir düzenin egemenliği anlamına gelir. Demokratik sosyalizm dediğimiz şey işte budur ve mafyayı dışlar.Demokrasi demokrasi diye bas bas bağırarak demokratikleşme kisvesi altında totaliterizmi, şiddeti ve organize suçu döllemek ve yurdumuzu mafyaya peşkeş çekmek ayıp kaçar ve utanç vericidir. İki, hatta üç yüzlülük bizim komşunun köpeğine bile has değildir.Örneklemek gerekirse şu kısa anekdotu size anlatabilirim: Geçen gün yemekte sakınca gördüğüm ve halk arasında kibarlık olsun diye koç yumurtası diye bilinen ama işte aslında taşşaktan başka bir şey olmayan ve dolayısıyla da kolestrola iyi gelmeyen ama protein bakımından son derece zengin olan besin maddesini bu bizim komşunun köpeği diye tabir ettiğim sinirli hayvana attım. Köpek yuvasından çıktı ve bir sokumda yedi koç yumurtasını. Kendisine koç yumurtası vermezden evvel beni ne zaman görse saldırganlaşan ve sinirli sinirli havlayan sözkonusu köpek, ki adını bilmediğim için kendisine Sinirli diye hitap etmeyi alışkanlık haline getirmiştim, koç yumurtasını iştahla yedikten sonra düşmanca tavırlarını bir tarafa bırakıp bana sevgi gösterilerinde bulunmaya başladı. Artık balkondan ne zaman onun ne yaptığına baksam yüzünde bir tebessümle, dili dışarıda kuyruğunu sallayıp, “o geçen günkü şeyden, işte o beyazımsı şey neyse ondan daha var mı?” sorusunu dışa yansıtan bir yüz ifadesiyle bakıyor bana. Anlamsız ve saldırgan havlamalara yönelmiyor artık bizim komşunun köpeği. Bu durumda ben de ona Sinirli diye hitap etmekten kaçınmak durumunda buluyorum kendimi. Demokratik daha uygun düşer sanırım, ama emin olamıyorum bir türlü, bu köpeğe Demokratik demek köpeğe mi hakaret olur, yoksa Demokrasiye mi?Kanımca sadece yurdumuzun değil, tüm dünyadaki mevcut devlet yapılarının hemen hemen tümü öyle bir tasarlanmıştır ki devletler kasıtlı olarak vatandaşlarının sinirlerini bozmakta, neticede de ne yapacağını şaşıran vatandaşlar eğlence, fuhuş ve kumara yönelerek mafyanın kölesi kılınmaktadırlar. Demek ki devletler vatandaşa değil, mafyaya hizmet etmektedirler. Benim arzuladığım demokratik sosyalist devlet modeli ise mafyaya hizmet etmeyi marifet bellemek yerine yapısı gereği mafyayı karşısına alıp kesin ve net şekilde yeryüzünden silebilecek ve organize suça dayalı oluşumları kati şekilde yok edebilecek güce ve cesarete sahiptir. Bir başka deyişle demokratik sosyalizm ölüme değil, yaşama ve yaşam olanaklarının arttırılmasına, tek tipleşmeye değil, radikal çoğulculuğa hizmet eder. Ki sanırım önümüzdeki yüzyılda yükselen değerler bunlar olacaktır -- tabii eğer insanlık 2012 yılında global bir iç savaşlar zinciri şeklinde patlak vereceği tahmin edilen Üçüncü Cihan Harbi’ni atlatabilirse...

No comments:

Post a Comment

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...