Sunday, April 19, 2009

Sadede Gelmenin Yolları

Sevk ve idare mekanizmamızın karanlık yönünü yakından tanıyan ve yazılarımızı dikkatle takip eden okuyucularımızın gayet iyi bileceği üzere devletin kötü yönetilmesinin insanların sinirlerinin bozulmasında oynadığı önemli role daha önce pek çok yazımızda değinmiştik. Lâkin değişen ülke koşulları gereği bu konuyu bir kez daha, fakat bu kez farklı bir biçimde yeniden ele almakta fayda gördük. Zira bizim durduğumuz yerden bakılınca görülen odur ki devletimiz artık bırakın kötü yönetilmeyi, yönetilmiyor bile. Yani bir sevk ve idare mekanizması olarak devletin yönetici kadrolarını işgal edenlerin bizzat kendileri yönetme işini bir tarafa bırakmış, yönetilmeyi marifet beller hale gelmiş ve hatta bununla da kalmayıp lâf ebeliğiyle gün geçirmekten başka bir iş yapmamayı seçmişlerdir seçildikleri günden beridir. Meselâ zannımızca şu diyalog pek manidardır yurdumuzun içinde bulunduğu kaygı verici ve bir o kadar da düşündürücü, hatta tabiri caizse akıllara durgunluk verici durumu gözler önüne sermesi bakımından:
Merhaba efendim.
Merhaba, merhaba... Lâkin fazla uzatma, sadede gel. Son durum nedir?
Onyedi öğretim görevlisini, iki, altı ve dokuzluk gruplar halinde ve üç seferde işten attık efendim. Gerekçe olaraksa yaptıkları grevi “izinsiz olarak işe gelmeme vakası” olarak lânse ettik.
Pek iyi etmişsiniz ama bence bu sayı son derece yetersiz; mümkünse hepsini işten atın; böylelikle üniversitelerin kapatılmasını sağlayın, suçu da her zaman olduğu gibi gene öğretim elemanlarına atın. Öğretmenlerin grevi ne oldu peki?Grev sürüyor efendim.
Eğitim kurumları felç olmuş vaziyette; veliler endişeli, öğrencilerin sinirleri ise son derece bozuk.
Güzel. Peki tüm diyalog kapılarını sonuna kadar kapadınız mı?Kapadık efendim. Sendikanın bizimle diyalog kurmasını imkânsız hale getirdik. İnadımız keçi inadı...
Harika. Grevin bir ay daha sürmesi ve böylelikle de sınavların iptal edilip eğitim sisteminin tamamen felç olması, bu vesileyle de işte geleceğin karartılması için ortada gaspedilen bir hak olmadığını söyleyip herkesi sinir edin. Biliyorsunuz sinirli insan doğru düşünemez ve hata yapar.
Hakların gaspedilmediğini, daha doğrusu ortada gasp edilen bir hak olmadığını zaten söyledik, söylüyoruz ve söylemeye de devam edeceğiz efendim.
Pek yerinde. Peki ya askerlik yasası ne oldu?
O konuda hiçbir endişeniz olmasın efendim. Asker sivil el ele öyle bir yasa hazırladık ki yurtdışında yaşayan yurttaşlarımızın adaya dönmesini imkânsız hale getirdik. Ölene kadar askerlik yapmak zaruretini doğurduk. Ayrıca sivillerin askeri mahkmede yargılanabilmesinin önünü daha da açtık. Vatandaşı yapay suçlarla itham edip askeri mahkemelerde süründürmeyi plânlıyoruz. Sistematik bir biçimde yoklama kaçağı durumuna düşürdüklerimizin cezalarını da enflâsyona paralel olarak arttırdık. Vatandaşlarımız adaya ayak basar basmaz asgari ücretin dörtte biri kadar ayakbastı parası topluyoruz. Vicdani, akli, felsefi, fiziki, ruhi, yani işte her tülü reddin de önünü tıkadık. Askerliği reddeden olursa hücreye tıkıp ölüme terkedeceğiz. Kısacası siyasetimize ve birbiriyle çelişen maddeler ihtiva eden yasalarımıza karşı olanları askere havale ettik de denebilir sanırız. Tabii biliyorsunuz bunu söyleyenleri allah acısa da asker acımaz. Yani her şey tıkırında...
Muhteşem. Kıbrıs sorunu nasıl gidiyor?Öyle bir sorun yok efendim. Rum tarafı ve AB, askerin adadan çekilmesini istiyor o kadar.
Hımm, demek öyle? O halde asker sayısını seksen bine çıkarın. Hem böylece adadaki asker sayısıyla Kıbrıslı Türk sayısı da eşitlenmiş olur, kişi başına bir asker düşer.
Düşer efendim. Bu arada unutmadan hemen belirtelim, toprak da istiyorlarmış ama onlara bunun sorun olmadığını, gerekirse kendilerine kamyonlarla toprak verebileceğimizi söyledik.
İyi etmişsiniz. Saçmalığa daha büyük bir saçmalıkla karşılık vermek pek yerinde bir davranış olmuş. Bu arada Rum mallarını yağmalamayı ve memleketi ona buna peşkeş çekmeyi de sürdürün. Rum mallarının üstüne bal döküp yalamayı ise ihmâl etmeyin. Gündemimizde daha başka neler var?
Eem, hah, geriye kalan Kıbrıslı Türkler’in adayı bir an önce terketmesi için gerekli koşulları yaratmakla meşgulüz şimdi.Evet, evet, yes be annem! Barra be annem. Mümkünse Kıbrıslı Türk olarak sadece CTP parti meclisi üyeleri kalsın bu kaymak adada.
Haklısınız efendim; CTP parti meclisi üyleri yeter de artar bile KKTC’yi sonsuza dek yaşatmaya.Fazla bile gelir hatta. Herneyse, dediğim gibi, Kıbrıslı Tükler’in yokoluş sürecini daha da hızlandırın. Otel, kerhane, kumarhane yapın, sağa sola beton yığın, dağlardaki ağaçları sökün, yerlerine bayrak dikin. Ormanları yakın, yerlerine taşlar koyup kırmızı beyaza boyayın, boyadığınız bu taşları ışıklandırın, Rum’u rencide ve sinir edin. Karpaz eşeklerinin neslinin tükenmesi yolunda bölgeye silah sevkiyatı yapın. Kıbrıs sorununun çözümünü mümkün mertebe zorlaştırın. Görüşmelerde neler olup bittiğini ise halktan gizleyin. Çözümsüzlük için Rum’u ve dünyayı suçlayın. AB yasalarının yanı sıra kendi yasalarımızı da hiçe sayın, anayasayı çiğneyin, kimseye çaktırmadan geviş getirin. Adaleti ayaklar altına alın ve bununla yetinmeyip onu ezim ezim edin. KKTC’yi sonsuza dek yaşatmak için ne gerekiyorsa yapın işte, bunları söylemem gerekmesin artık size...
Bugün pek histeriksiniz efendim.Öyleyim evelallah, lâkin kes sesini, konuşma... Şimdi git askerin önünde el pençe divan eğil, anavatana şükran çek, KKTC’yi sonsuza dek yaşat, üstüne bir de otuzbir çek, vebugibi...
Yaşatayım efendim, çekeyim efendim. Ama sanırım önce diriltmem gerekecek söz konusu hilkat garibesini.
Saçma sapan konuşacağına insanımızın yokoluş sürecini daha da hızlandır. Durma, bas gaza... Bunu yaparken de “farklılıklarımıza rağmen birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz” söylemini ağzında sakız et. Tekrar geviş getir, gerekirse bu dünyayı dize getir.
Size çay da getireyim mi efendim?Çay da getir bana; ama tavşan kanı değil, Kıbrıslı Türk kanı olsun, hem de ince belli cam bardakta; yanına bir de simit koymayı ise sakın unutma...
Peki ya tasma?
Ma daha durun be, hade barra, barra be barraa, varraa, zorraa, lôrra da gorraa!
Son derece kutsal lâflar ettiniz, dolayısıyla da işte veledallin amin, ey ulular ulusu ve de hangi vesileyle olursa olsun kadimliğinin boyutlarını dillendirmeyi anlamsız kılacak derecede kadim olduğunu düşündüğümüz pek muhterem efendimiz!

(c) Cengiz Erdem
28 Mayıs 2008 (Afrika Gazetesi)

No comments:

Post a Comment

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...