Sunday, April 19, 2009

(‘,)Durağan Dünyanın Son Sahnesi(‘,)

Hayatı kilitlenmiş bir adamın kendini içinde bulduğu ruhsal ve fiziksel durumlara karşı giriştiği amansız mücadeleyi anlatan ve Türkçe’ye Durağan Dünya diye çevirebileceğimiz Wereld Van Stilstand filmi Hollanda’lı yönetmen Elbert Van Strien’in yazıp yönettiği 2002 yapımı oldukça deneysel 30 dakikalık bir film. Siyah beyaz fotoğraflardan oluşan film kareleri üzerine hikâyeyi üçüncü tekil şahısta anlatan bir ses eklenmiş. Anlatıcı “O” diye hitap ediyor yani kahramanımıza. O gitti, bu geldi, vebugibi…Filmin Kafkaesk bir havası var aslında. Boğucu bir düşünme biçiminin girdaplarında boğulan bireyin kendi yarattığı labirentte kayboluşunun öyküsü… Kafka adamın kafasının içinde, adam Kafka’nın Dava romanının. Yani bir kısmı Amsterdam’da, bir kısmı da Brüksel’de geçen filmin ana-teması bireyin kendini içinde bulduğu acımasız sistem tarafından yokoluşa sürüklenişi. Van Strien öznenin kendi içinde bölünme sürecini durağanlık ve akışkanlık temalarını işleyerek yeniden ele almış film vasıtasıyla.Kendini içinde bulduğu anlamsız rutinin pençesinde kıvranan bir gazeteci olan kahramanımız kendisine bir komplo kurulduğundan emindir. Çevresinde gelişen her olayı kendi kafasında kurduğu komplo teorilerinin süzgecinden geçtikten sonra gören bu adsız kahraman, adeta hiçkimse, veya bir hiç olmuş kimse, yani işte bu biçare düşmüş gazeteci henüz hiç kitap yayınlamamış olduğu için, aşkta başarısız olduğu için, hayatta istediği noktadan çok uzakta olduğu için gittikçe nefretle dolmaya başlar çevresine karşı. Psikoz zuhur etmiş, kahramanımız paranoyak senaryolarla doldurmaya çalışmaktadır hayatındaki boşluğu. Bu senaryolar ona kendisini önemli hissetirmektedir. Aslında o kadar önemsiz hissetmektedir ki psikozdaki kişi kendisini, ölmek isteyecek noktaya gelmiştir artık. Ama filmde hiç beklenmedik bir biçimde yaşam dürtüsü devreye girmiş ve kişi kendini çok büyük bir komplonun kurbanı olarak görmek ve göstermeye çalışmak suretiyle önemli kılmıştır kendi gözünde. Kişi ölmemek için paranoyaya sürüklenmiştir bir başka deyişle. Yani depresyona karşı bir savunma mekanizması olarak paranoyaya meyletme durumudur burada söz konusu olan. Filmin siyah beyaz fotoğraflardan oluşuyor olması ve bu fotoğraflar arasındaki geçişlerin de genellikle alışılagelmiş mantık kurallarına uymaması da işte bu parnoyak-psikoz halini, yani çevreden kopmuşluğu ve hayatın birbirinden kopuk bir fotoğraflar serisine dönüşme sürecini ekrana taşıyor.
***
Korkunç canavaraların istilası altındaki paranoyak dünyaya has en ayırdedici özellik iç düşmanların dışa yansıtılarak benliğin sürekli tehdit altında olduğu saplantısıdır. Paranoyak şahsiyet korkunç canavarlar tarafından istila edilmiş olsa da kendi iç dünyasını çok daha korkunç olduğunu düşündüğü gerçek dünyaya tercih eder ve kendisini işte bu iç dünyasına hapsederek dış dünyaya karşı geliştirdiği bir savunma mekanizmasının kölesi olur. Yani iç dünyasında olup bitenleri dış dünyada oluyormuş gibi görür ve dolayısıyla da saldırganlaşır. İşin aslını farkederse şiddeti kendisine yöneltir. Paranoyak dünyada iç ve dış dünya arasındaki boşluk ortadan kalkmakla kalmamış, araya düşmanlık girmiştir. Paranoyak düşünce dış dünyada gerçekleşen her şeyi kendi kendisini besleyecek şekilde yorumlar. Dış dünyada ne olursa olsun paranoyak zihniyet bunu kendi düş aleminin küçük penceresinden görüp indirgemeci, volontarist ve hatta determinist tavırlar takınır düşman bellediği dış geçeklik karşısında.Paranoyak bir insan kendisini o kadar örselenmiş ve kırılgan hisseder ki kendi yarattığı ve normal bir insanın en korkunç kabuslarından bile daha korkunç olan bir iç dünyada acıya, eleme, ıstıraba mahkum bir yaşam sürdürür. İşte bu nedenledir ki ötekilerin mutluluğunu hasetle kıskanır ve şiddete yönelir. Ötekileri acıya mıhlamak suretiyle kendi rezil ve iğrenç dünyasından kaçabileceğini sanır. Ne var ki bu boş bir çabadır ve neticede pranoyak insan kendi dışkısında boğulur ölür. Ancak film bu döngüyü kırıyor ve psikozdan kurtulmanın imkânsız olmadığını söylüyor.Durağan Dünya depresyondan psikoza oradan da yeniden doğuşa geçiş sürecini anlattığı için doruk noktasına kahramanımızın sembolik intiharıyla ulaşıyor. Alter-ego’sunu yok eden kahramanımız eski benliğini geride bırakıp yeni bir benlikle yeniden doğmaya hazırdır artık.Film paranoyak dünyanın çöküşü nefret edilen şeyin aslında dışsal değil içsel olduğunun keşfini hem beraberinde getirir hem de bu keşfin neticesidir şeklinde özetlenebilecek bir tesbit yaptıktan sonra ise paranoya denen bu illet hastalıktan kurtulmanın ve bu berbat durumdan çıkmanın yolunu gösteriyor.
***
Filme yakından bakıldığında sadece anlamsız bir fotoğraflar yığını görülüyor, ama ekrandan biraz uzaklaşılıp perspektif genişletilince anlaşılıyor ki tüm bu fotoğraflar anlamlı bir bütünlük oluşturacak şekilde sıralanmış aslında. Oluşturulan bu anlamlı bütünlükse son sahneyle birebir örtüşüyor, hatta zaten son sahnedir açığa çıkaran fotoğrafların oluşturduğu o anlamlı bütünlüğü. Zira son sahnede fotoğraf karesi çözülüyor, görüntü hareket etmeye başlıyor ve yatakta ying-yang şeklinde yatan bir adamla bir kadın birbirlerine sevgi dolu bakışlar fırlatıyor, şevkatli ve/fakat kaçamak dokunuşlar yapıyorlar. Çözümü sevgide bulan kahramanımızın yüzündeki mutluluk ifadesiyle ise seyirciye bu korkunç kördüğümün çözüldüğü, kilidin kırıldığı ve her şeyin tatlıya bağlandığı mesajı başarıyla verilmiş oluyor. Yani sevgili okur, monoton hayatın bir sonraki ruhsal çöküntüye kadar aksamadan süreceği su götürmez bir biçimde garanti altına alınmış oluyor bu son sahneyle. Böylece de işte insanın çelişkilerle dolu yapısına rağmen, hatta bu çelişkili yapıdan güç alınarak hayatın rastlantısallığı karşısındaki aczin üstesinden gelinebileceği son sahnenin tüm filme damgasını vuran motifi açığa çıkarmasıyla altını çizmeye bile gerek olmayacak derecede bariz bir gerçeklik halini alıyor.
(c) cengizerdem

No comments:

Post a Comment

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...