Sunday, April 19, 2009

Kıbrıs Sorununa Yeni Açılımlar

Ben aslen ne evet’çi, ne de hayır’cıydım. Ben doğrudan referandumun kendisine karşıydım aslen. Hatta referanduma karşı olduğumu söylediğim zaman beni anti-demokratik olmakla suçlayanlar olmuştu. Benim şuurumu yitirip faşizme meylettiğime kâni kılmıştı bunlar kendilerini. Oysa ki durum bunun tam tersiydi. Gel zaman git zaman, bir deniz pıhtılaşmadan benim anti-referandumcu duruşum referandum süreci ilerledikçe ve ben insanımızın fikir beyan etme, tartışma, düşünme ve yazma yetilerinin ne denli geliştiğini gördükçe değişecek ve neticede ben de referanduma sıcak bakmaya başlayacaktım o süreçte. Bariz bir şekilde görülüyordu ki referandumun olumlu yanları da vardı. Ama son tahlilde bu olumlu yanlar bile referandumu meşru kılmayacktı, zira referandum hem iki toplumu kendi içinde bölecek, hem de iki toplumu birbirinden daha da uzaklaştıracaktı.Referandumun akabinde ortaya çıkan netice gösterdi ki referanduma karşı olmak pek de öyle marjinal veya yersiz, mantıksız, ipe sapa gelmez, manadan yoksun değildi aslında. O kadar ki benim duruş ve görüşüm faşizan bir düşünceyi yansıtmıyor, bilâkis son derece açılım sağlayıcı yeni bir mantığı muştuluyordu. Gerçi bunu farketmek benim bile aylarımı aldı ama sonuçta ortaya kaçınılmaz olarak şu çıktı: Benim görüşüm Annan Plânı’nın zorla empoze edilmese bile en azından referanduma gidilmeden, yani plân manipulasyona açılmadan, şu veya bu şekilde ama kesinlikle baskı, zulüm ve şiddete baş vurmadan, daha ziyade ikna yoluyla yürürlüğe konulması yönündeydi. Böylece Annan Plânı daha ön yargılar oluşturulmaya başlamadan doğrudan gündelik hayatta yaşanacak aksaklıklara bakılarak Kıbrslı’lar tarafından madde madde yeniden yazılacak ve Kıbrıs’ın gerçekleriyle uyumlu hale getirilecekti.Yani ben plânın bir süreç halinde yaşanarak ortaya çıkan sorunlar doğrultusunda revize edilmesi taraftarıydım; taraftarıydım denemez aslında zira başka kimse böyle düşünmediğinden, herkes “evet mi hayır mı?” sualine yanıt aramakta olduğundan ortada taraf olunabilecek herhangi bir oluşum yoktu.Bu arada ben Annan Plânı’nın ilerleyen zaman ve karşılaşılan sorunlara bulunacak somut çözümlerle yeniden yazılarak hayata geçirilmesini temenni ediyordum. Bu süreçte Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası da gözden geçirilecek ve 1960 Anyasası ile Annan Plânı arasında bir yerde buluşulacaktı. Özetleyecek olursak benim Kıbrıs sorunu konusundaki görüşüm 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tekrar masaya yatırılarak güncelleştirilmesi ve Annan Plânı da akılda tutularak yazılacak yeni bir anayasayla birlikte derhal hayata geçirilmesi yönündeydi, yönündedir ey kara kelimesi bahtının karalık dercesini tanımlamakta yetersiz kalan okur.Kıbrıs Cumhuriyeti ve Annan Plânı arasındaki yerde zuhur etmesi muhtemel yeni bir oluşum elbette ki kendi içindeki çelişkilerden kaynaklanan bir dizi sorunla karşılaşacaktır ilk etapta. Sen de takdir edersin ki bu kaçınılmazdır sevgili okur, zira yeni doğmuş bir bebek ne denli çaresizse kendini içinde bulduğu bu bilinmezlerle dolu zalim dünyada, şimdilik adlandırılamayan bu yeni oluşum de işte öyle yürümeyi ve konuşmayı bilmez bir çaresizlik içerisinde olacaktır. Ama biz yıllardır Kıbrıs sorunuyla yatıp kalkan kişiler olarak bileceğizdir ne yapılması gerektiğini bu yeni oluşumun ayağa kalkıp yürüyebilmesi ve derdini dünyaya anlatabilmesi için. Dünyadaki tüm devletlerin anası dünyadır zira. Ve eğer dünyaya derdini anlatamazsan üzülerek söylemek zorundayım ki aç ve susuz kalır, tıpkı Trainspotting filmindeki bebek gibi kendi dışkın içerisinde boğulur ölürsün sevgili okur.
***
Hatırlayacaksın ki Kıbrıs Cumhuriyeti ile Annan Planı arasında bir yerde buluşulması gerektiğini söylemiş ve bir fikirler dizisini ortaya çıkacak yeni oluşum üzerine yürütmüştüm sevgili okur. Şimdi de lâfı fazla uzatmak suretiyle değerli vaktini gereğinden ziyade kullanmamak maksadıyla kaldığım yerden devam ediyorum spekülasyonlarıma.Sen de takdir edersin ki Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ve Annan Planı yeniden gözden geçirilirken dikkat edilmesi gereken en önemli sorun şu olarak çıkacaktır karşımıza ey üstündeki lânet gün geçtikçe açıklanamaz bir şekilde artan okur: Adadaki AB vatandaşı olmayan askeri ve/veya sivil birey-kitle-kurumların konumu ne olacaktır yeni Kıbrıs Cumhuriyeti’nde?İlk bakışta nereden çıktı şimdi bu denebilir. Lâkin söyleyeceklerim duyulunca eminim ki bunun şimdi nereden çıktığını soranlar da görecektir söz konusu sorunun çıkış noktasını.Önce yeni Kıbrıs Cumhuriyeti’nde AB vatandaşı olmayan yasal şahıslar kimler olacak ona bakalım:1)AB vatandaşı olmayan KKTC vatandaşları,2)Hem AB, hem de KKTC vatandaşı olmayıp da KKTC’de ikâmet ve çalışma izni bulunduranlar,3)AB vatandaşı olmayan ülkelerden olup da Kıbrıs Cumhuriyeti’nde ikâmet ve çalışma izni olanlar.Bu üç gruptan ilk ikisi Kuzey Kıbrıs’la ilgilidir, üçüncüsü ise Güney Kıbrıs’la. Yeni Kıbrıs Cumhuriyeti bir hakikat olunca bu üç grup aynı kategoride ele alınacaktır. Yani AB vatandaşı olmayıp da Kıbrıs’ta şu veya bu şekilde yasal olarak yaşam hakkı bulunan kimseler kategorisinde... Tek bir yasayla bu kişilere aynı haklar verildiği takdirde Kıbrıs sorununun çözüm sürecinde yeni bir açılım sağlanmış olacaktır.Dikkat ettiyseniz Kıbrıs’a 1974’ten sonra gelmiş olan gerek Türk, gerek Kürt, gerek Suriyeli, Filsitinli, Pakistanlı kişilerle, Kıbrıs’ın yerlileri (Rum-Türk-Ermeni-Maronit) arasındaki yasal farktır burada söz konusu olan. Sakın ola bunu ayrımcılık diye damgalamak gafletine düşmeyin. Zira burada mevzu bahis kılınan, Kıbrıs Türkleri ve Kıbrıs Rumları arasındaki bölünmüşlüğün yeni bir Kıbrıs Cumhuriyeti çatısı altında birleşmekle AB vatandaşı olan Kıbrıs sakinleri ve AB vatandaşı olmayan Kıbrıs sakinleri arasındaki bir başka bölünmüşlükle yer değiştirmesiyle ortaya yepyeni bir durumun çıkacak oluşudur. Ortaya çıkacak bu durum Kıbrıs’taki parametreleri yerinden oynatacağından, yeni bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nde birleşildiğinde ne olacağının şimdiki zamanın bakış açısıyla görülebileceklere indirgenmemesi gerekir. Akılda tutulmalıdır ki bir hadise başa gelmedikçe o hadisenin başa gelmesinin nasıl bir durum yaratacağı önceden kestirilemez; bu hadisenin yaratacağı durum üzerine ancak speküle edilebilir.
***
Kıbrıs meselesinin çözümü yönünde, barışın sağlanması için Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar’ın birbirlerine karşı aşk ateşiyle yanıp tutuşmalarının gerekmediği sanırım artık su götürmez bir gerçek halini almıştır. Zira sen de takdir edersin ki aşk ateşiyle yanıp tutuşmanın nefret ateşiyle yanıp tutuşmaktan pek de farkı yoktur; ikisinin de kişiyi çılgınlığa varacak derecede körleştirdiği, daha doğrusu hormonal dengeyi bozarak kişinin olanı olduğundan farklı bir biçimde, deforme olmuş, çarpıklaşmış, yüceltilmiş veya ayaklar altına alınmış bir biçimde algılamasını kaçınılmaz hale getirmekte inanılmaz bir başarı kaydettiği barizleşmekle kalmayıp son derece aleni bir hal almıştır gelinen noktada.Eminim ki sen de biliyorsundur, yaşayarak öğrenmişsindir bunu, bazen öyle hallere girer ki insan aşık olduğu zaman, arzuladığı kişi onu reddettiğini beyan ettikçe, aşık şahsiyet bir o kadar daha arzular kendisini reddeden kişiyi. Buna histeri deniyor psikanalizde. Belki de histeriyle arasındaki bu yakın ilişkiden ötürü “aşkın gözü kördür” denmiştir, kim bilir; ama söylediğim gibi, gene iki kez çiziyorum altını, Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasındaki ilişki aşk ve nefret ilişkisi ekseninden çıkarılmalı ve siyasi literatürün ruhani olmaktan ziyade materyalist terimleriyle masaya yatırılıp tekrar ve dikkatle gözden geçirilmelidir. Zira siyaset şahsi hislerin üstünde bir yerdedir, değilse de en kısa zamanda o yeri alarak Kıbrıs’ın ortasındaki boşluğu doldurmaya ve kanayan bu yarayı deşip durmak yerine iyileştirmeye meyletmeli, en azından buna teşebbüs etmeye yeltenecek sabrı, cesareti ve samimiyeti gösterebilmelidir.İmkânsız olan her şey yapılması öncelikle şart olan şeylerdir aslında. Belki de bu yüzdendir bu şeylerin imkânsız diye nitelendirilmesi. Bu imkânsız diye nitelendirilen çözümler o kadar güç, cesaret ve sabır gerektirir ki, bırakın sorunları çözmeye yeltenmeyi, insanlar gerçek sorunları bile görmezlikten gelir. Bir tarafa itilen bu sorunlar birbiri üstüne yığıla yığıla, damlaya damlaya kanlar işte göl ola ola damladıkça, ve beyine gideceğine donup durdukça kan damarda, sorunlar çığ gibi büyüyerek çözümden kaçanları zaman içerisinde kendi donmuş kanlarında boğar. Yara iyileşmez ama, sadece kan pıhtılaşır ve derinin altında enfeksiyon oluşmaya ve vücuda yayılmaya devam eder. Derinin üstündeki pıhtı yaranın gerçeğini görünmez kılarak düşüncenin felcine ve ölümün kaçınılmazlaşmasına sebebiyet vererek hastayı yokoluşa sürükler, ki nitekim işte sürüklemektedir de zaten. Hastalığın ortadan kalkması yara bantlarıyla değil, doğru teşhisi takiben sabırla ve/fakat mümkün mertebe seri bir şekilde gerçekleştirilmesi gereken geniş çaplı ve soruna derinlemesine nüfuz edecek cerrahi bir operasyonla mümkün kılınabilir ancak.

(c) cengizerdem

No comments:

Post a Comment

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...