Sunday, April 19, 2009

Gözetleme Kulesi

“Sakin olun arkadaşlar, o sadece bir junkie,” söyledi rahatsız bir ses sahibinin elindeki telsize yönelerek. Bir gözetleme polisi biçareliğin sınırlarını zorlayan bir hilkat garibesinin iki polis memuru tarafından yaka paça, adeta inorganik bir nesneymişçesine yerden kaldırılıp gereksiz bir mal gibi kaldırımın kenarına atılarak kaba ve küçük düşürücü olarak nitelendirilebilecek el kol hareketleriyle rencide edilişini seyrediyordu melûn melûn önündeki ekranlardan birine bakmak suretiyle.21 Temmuz Cumartesi gecesi saat on sularında Amsterdam Merkezi Polis Karakolu’nun gözetleme kulesindeyiz sevgili okur. Burası gözlerle dolu bir oda. Bir gözün içinde binbir göz var burada, zira buradan şehirdeki tüm gözetleme kameralarının hem kayıtlarına ulaşılabiliyor, hem de şehirdeki hemen hemen tüm sokaklar ekranlardan gözetlenebiliyor.Bu odada hiç kıpırdamadan oturduğu halde kişi Amsterdam sokaklarında gezebiliyor. Bu arada sanırım şunu söylemekte fayda olacaktır: Boyutları ve nüfusuna göre oran-orantı hesabı yapılınca Amsterdam dünyanın en çok CCTV, yani güvenlik kamerası barındıran şehirlerinden biri olarak çıkıyor karşımıza. İşin ilginç yanı bu şehrin aynı zamanda dünyanın en serbesiyetçi ve en kozmopolit şehirlerinin de başında geliyor olması. Peki ama benim ne işim var burada? Gerçekten de iktidar ve gelişen teknoloji arasındaki ilişki üzerine yapılan bir araştırma için bilgi toplama safhası gereği burada olabilir miyim ben? Denetleme mekanizmalarındaki son gelişmeler ve sosyal yaşama etkileri üzerine bir rapor hazırlamak olabilir mi benim maksadım?***Bu arada Red Light District’e kayıyor gözümüz. Polis merkezinde miyiz, erotik video gösteriminde mi belli değil. Müfettiş Gerhard Brouwer Amsterdam Centraal’dan sorumlu panoptik gözlemci. Az önce telsizle o biçare düşmüş cankiye daha kibar davranmaları konusunda uyarıda bulunan kişi. Şehirde bir vukuat olduğu zaman buradan görüp bölgeye en yakın dağ bisikletli polis devriyelerine durumu bildirerek nahoş hadiselerin önüne geçmekle görevli kendisi. İlginçtir, bu polislerden bazıları daha önce rampalarda BMX’leriyle uçuşuyormuş. Parklardan toplayıp adam etmişler bunları. Altlarına doğru dürüst bisiklet, ellerine son moda telsiz vermişler. Brouwer de onlardan biriymiş ama iki yıl önce terfi etmiş. Şimdi sokaklarda gezmek yerine bu odadan sağlıyormuş asayişi. Brouwer işini severek yaptığını, Amsterdam’da normal bir filmde görebileceğinizden çok daha ilginç şeyler olduğunu söylüyor: “2004 Nisan’ında bu projeye başladığımız zaman bazı hayat kadınları ve pencere fahişeleri şikayet etmişti. Kameralar müşterilerini tedirgin edip uzaklaştırıyormuş. Ama onlar bile kabul ediyor artık bu kameraların kendi güvenlikleri için olduğunu. Müşteri profillerinde muazzam bir düzelme olduğunu söylüyorlar mesela. Yıllık değerlendirmelerimiz gösteriyor ki bölgedeki suç oranında 2004’ten günümüze büyük bir düşüş var. Eğer insanlar kendilerini emniyette hissederlerse daha çok ziyaretçimiz olur diye düşünüyorum.”***Hollanda’da suç ve bireysel özgürlük arasındaki ince çizgiyi en fenni şekilde çizmişler anlaşılan. Söylediklerinden anlıyoruz ki Brouwer bireysel özgürlükler konusunda da çok duyarlı: “Elde ettiğimiz görüntüler sadece toplumsal düzeni sağlamak için kullanılıyor. İşlenen suçların soruşturulmasında kullanmıyor ve 72 saat içinde yok ediyoruz bu materyali. Sadece bölge müdürlüğünden yazılı izin gelirse DVD’ye kaydediyoruz görüntüleri. Tabii burada suçun da soruşturmaya değer olması gerekiyor. Yani birisi cüzdanını çaldırdı diye oturup da 6 saat CCTV kayıtlarını inceleyecek halim yok herhalde. Ama mesela 2006 yılında bir kadın kaçırılarak tecavüz edilmişti. Biz kadını kaçıran arabanın plâka numarasını elde ettik CCTV kayıtlarından ve şüpheliyi tutukladık. Büyük yankı uyandırmıştı bu olay o zamanlar.”***Amsterdam Merkezi Polis Karakolu’nun gözetleme kulesinden, iktidarın gözleriyle dolu bu odadan sorumlu Müfettiş Brouwer’le yaptığım ropörtajda şu ana kadar söylenenler sen de takdir edersin ki iyi iktidar ve kötü iktidar arasındaki farkın altını çizer nitelikte sevgili okur. Belli ki amaç bağcıyı dövmek veya üzüm yemek değil, kırlarda temiz hava alıp üzümlere yan bakmak hiç değil. Kameraları caydırıcı olması için koymuşlar sağa sola. Mesela o kaçırılıp tecavüz edilen kadına saldıran kanun kaçağının yakalanması kim bilir kaç tecavüzcüyü caydırmıştır kafasında kurguladığı haince eylemlerden.***“Bize biraz da kameralarla ilgili bilgi verir misiniz sevgili Brouwer, tabii eğer münasipse?”“Kameralarımız teşkilâtımıza mahsustur ve özel olarak Amsterdam’ın mimari yapısı ve çevre düzenlemesiyle uyum içerisinde olacak şekilde tasarlanmıştır. Bu kameraların amacı görünmez olmak değil, tam tersine, gözden kaçmayacakları şekilde konumlandırıyoruz kameralarımızı. Çünkü kameraların amacı caydırıcı olmak, yani suçlunun kamerayı görüp suça teşebbüs etmekten vazgeçmesini sağlamak. Suç işlendikten sonra suçlunun cezasını çekmesi mağdurun zararını telafi etmekten uzaktır bence. Bu sadece iş işten geçtikten sonra sunulan bir tesellidir mağdura.”“Peki teknolojiyle arası nasıl güvenlik teşkilâtınızın?”“Bu yıl son teknoloji ürünü kameralar aldık. Bak sana göstereyim marifetlerini.”Brouwer kamerayı tek bir dokunuşla 360 derece döndürebiliyor ve inanılmaz mesafeleri birkaç saniye içerisinde burun dibine kadar yaklaştırabiliyor. İktidarın her şeyi görmeye muktedir gözünden hiç bir şey kaçamıyor böylelikle.***Umarım Brouwer’in verdiği bilgiler seni de düşündürmüştür sevgili okur. Kendisiyle daha çok sohbet etmek isterdim aslında. Ama şimdilik asayiş berkemâl olsa da her an her şeyin vuku bulabileceği bir Cumartesi gecesi olduğunu akılda tutarak ne yazık ki on beş dakikayla sınırlandırmak durumunda kalıyoruz Brouwer’le görüşmemizi.Gözetleme kulesinden ayrılırken son bir kez baktım ekranlara. Amsterdam’da hayat vukuatsız ve/fakat pek çok ilginç olayla dolu bir şekilde seyrediyor, dereler akmaya, ördekler yüzmeye devam ediyordu. Bir grup şüpheli şahıs kamerayı görünce başlarını başka tarafa çevirip yön değiştiriyorlar, salyaları akan bir adam çöpleri karıştırıyor, elinde “Yüce İsa, Tanrı’nın kuzusu!” yazılı bir pankart taşıyan çılgın bir kadın yüzünü kameraya yaklaştırıp avaz avaz bağırıyor, bu arada bir başka kadın çıplak göğüslerini İhtiyar Denizci adlı bir barın camına sürtüyordu. Saate baktım, on buçuktu. Aklıma saçma ve saçma olduğu kadar da anlamlı bir fikir geldi; belki de hayatımda ilk ve son kez aklıma gelecek son derece istisnai bir fikir... Polis karakolundan ayrılıp derhal Red Light District’e yöneldim ve önüme çıkan ilk güvenlik kamerasına melûn melûn baktım iki dakika boyunca. Üçüncü dakikaya girdiğimde bisikletli bir polis yanıma gelerek iyi olup olmadığımı sordu. “İyiyim,” dedim ve kameraya el sallayarak ekledim, “Müfettiş Brouwer’in dikkatini çekmeye çalışıyordum sadece.”Brouwer’in beni görüp görmediğini bilmiyorum ama eğer görmüşse tebessüm ettiğinden eminim. Belki de el bile sallamıştır bana ama bunun pek bir önemi olduğunu sanmıyorum, zira panoptik denetleme mekanizmasının yapısı gereğidir, kameranın arkasındaki kişi seni görür ama sen onu göremezsin. Bu da onu senin karşında daha üstün bir konuma yerleştirir ve seni denetlemesini kolaylaştırır. Yani tıpkı Foucault’nun deşifre ettiği gibidir mantık: “Görünürsün ama göremezsin[...]Görünürlük bir tuzaktır.”O kameraların arkasındaki gözün bozuk olduğunu ve/yani bu ekranların başında oturan şahsiyetin kişilik bozukluğu olduğunu düşünmek bile istemiyor insan. Eğer otorite sapkınsa seni denetlemekle yetinmez ve üzerinde tahakküm kurmaya çalışır, seni boyunduruğu altına almaya kalkışır ve daha başka yanlış eylemlere cüret ve teşebbüs eder. İşte iyi otorite ve kötü otorite arasındaki temel farklılık da zaten ancak gerçek hayatta yaşanan bürokratik sorunlar ve adil olmayan dayatmalar neticesinde yaşanan birey-kitle-iktidar çatışmaları dolayımıyla çıkar karşımıza. Sevk-idare ve denetim mekanizmasının doğru dürüst çalışıp çalışmadığının test edileceği yer günlük yaşamdır. Yani günlük yaşamda yarattığı etkilerdir iktidarın iyi mi kötü mü olduğunu gösteren. Demek ki eğer iyi ve kötü arasındaki temel farkı bu kavramların içini boşaltmak ve sınırlarını belirsiz kılmak suretiyle ortadan kaldırırsak sevk ve idare mekanizmamızın bizi daha müreffeh günlere taşımasını umut dolu bir hayâl formunda olasılıklar dışına hapsedip asla gerçekleşmemeye mahkûm kılmış oluruz, ki sevgili okur, nitekim işte kılmaktayız da zaten.
(c) cengizerdem

No comments:

Post a Comment

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...