Sunday, April 19, 2009

İki Başlı Bir Balık

Eğer balığın iki başı varsa hangi yöne gidecektir balık? Balığın başları farklı düşünüyorsa ortak bir beyin mi gereklidir ille de balığın “doğru”yu bulabilmesi için? Başların birinin kesilmesi mi gerek balığın hayatta kalması için? Neden iki ayrı düşünceyle iki farklı dünyayı aynı anda varlığında barındırıp yaşatamıyor ve yaşayamıyor balık?
***
İç ve dış dünyaların arasında bir başka dünya vardır ki bu dünya zamanla insanı içine alır ve işte o zaman insan verimli düşünce üretmek yolunda emeklemeye başlar. Aklındaki soru şudur söz konusu insanın: Biz kendimize nasıl daha güzel bir ortam yaratabiliriz bizi her bakımdan tatmin eden ve/fakat başkalarının da kendilerini tatmin etmesini engellemeyen bir hayat yaşamak için?Kişinin yaşadığı hayatın ötekilerin yaşadığı hayatlarla doğrudan ve sürekli bir alışveriş içerisinde olduğunu akılda tutarsak görürüz ki Yunus Emre’nin “bir ben var ki benden içeri,” sözleri son derece doğrudur. İçimdeki benin dışa yansımasıyla zuhur eden öteki, benim nezdimde kendimden de içeri bir yere sahip.
***
Benim de bir idealim vardı eskiden ve bu ideal de zihnimdeki bir fikirden ve bu fikrin imgesinden ibaretti. İdeal demek fikirsel demektir zaten. Yani fikir formunda zuhreden o mükemmel şey. Bu fikir zaman zaman bir imgeye dönüşürdü benim kafamda; ve bu imge de işte o fikrin görüntüsüydü. Beyinle görülen fikirlere verilen addır imge; gözle göremezsiniz imgeyi ama beyninizle görürsünüz. Beyin bir ekrana dönüşür, düşünceler film şeridine...Platonikti benim idealimle ilişkim. Plato’nun “idea” ve “ideal” kavramlarının ardında yatan düşüncenin benim tarafımdan algılanışıydı bakış açımın bana sunduklarını ve bunların içeriğini şekillendiren. Bu tek taraflı ilişki gün geçtikçe büyüdü, büyüdü ve beni de içine aldı; artık o benim idealim değildi, ben onun yaratısıydım. İdealin kölesi olmak denebilirdi buna, ki nitekim işte denmişti de zaten.
***
Dönüp dolaşıp kutsallaştırıyordu yarattığı güzellikleri ve dönüp dolaşıp özü aynı dinler yartıyordu insanoğlu yıllardır. Düşünceden ziyade boş bir inanç hakim olagelmişti zira eyleme. İdeale ulaşmak istemişti insan hep ve/fakat ulaşılmazdı ideal, çünkü ideal değildi toplum. İnsan hem sosyal bir varlık, hem de siyasi bir hayvandı. Sosyal hayat ve hayvani hayatsa ancak birbirlerinin dışında varolabilirlerdi. En yüksekteymiş gibi görünen idealler aslında en diptekilerdi.
***
Bu balığın iki başı var; ikisi de ötekine sen benim dışımdasın diyor ve ikisi de sürekli ağrıyor. Ne öyle oluyor, ne de böyle... Biri başka düşünüyor kafaların, diğeri başka… Düşünce ortada, öyle havada, iki baş arasında asılı kalıyor boşlukta… Sorun balığın kendisi olduğu halde, çözümleri hep balıktan bekliyoruz… Kim bilir, belki de hatamız budur işte. Yıllardır düşünüp düşünüp de yeni dinler yaratmaktan başka bir şey yapmıyor insanlık; hapsolmuş kısır bir düşünce sistemine, öyle dönüyor olduğu yerde…
***
Gidip kendini akvaryumun camına vuran, neden dışarı çıkamadığını anlamlandıramayan ve önündeki şeffaf engel karşısındaki aczine yenik düşen balıklar gibiydik. İçine düştüğümüz o sonsuz labirentten kurtulmaya çalıştıkça daha da derinlere düşüyorduk bu karanlık dehlizlerde. Varlık düşmekten ibaret olursa yokoluş elbette ki labirentin karanlık dehlizlerinden çıkmak anlamına gelecekti. Bu son sözleri söyleyen ise elbette ki ne sadece bir “ben,” ne sadece bir “sen,” ne de sadece bir “o” olabilirdi. Olsa olsa tüm insanlık ölümün gözünün içine baka baka hep bir ağızdan ve/fakat sessizce fısıldamış olabilirdi bu son sözleri:
Bizi bu dışarıdan çıkarın,
Bağırarak değil ama, sessizce...

(c) cengizerdem

No comments:

Post a Comment

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...