Wednesday, April 22, 2009

İsyan ve Uzlaşı


Kendisini iktidara teslim etmiş insanlar hayatın ve ölümün gerçeklerini kabul etmeyen insanlardır.
Bunlar genellikle düzmece sözlerle kendi hayatlarının ve ötekilerin ölümünün anlamsızlığını örtmeye meyillidir. İnsanın kendi iç yaşamını hiçe sayarak kurumsallaşmış ve hatta kemikleşmiş zihniyetlere ve değerlere boyun eğmekle kalmayıp üstüne bir de bu saçmalıklarla uzlaşması günlük hayatta karşımıza çıkan şiddetin kaynağıdır. Çünkü artık hepimizin bildiği gibi bastırılan iç gerçeklik kişinin iç dünyası ile dış dünya arasında bir bölünmeye sebep olur ve bu bölünme neticesinde oluşan kendinden nefret ötekilere yansıtılmak suretiyle şiddet formunda dışa vurulur. Böylece de işte saldırganlık insanlar arası ilişkileri kaçınılmaz olarak tahakkümü altına alır. Başarıya giden yol ötekiler üzerinde denetim ve hâkimiyet kurmaktan geçtikçe ve değer yargılarını bu tür bir başarı algısı tanımladıkça bireylerin günlük hayatta birbirlerine uyguladıkları şiddet gittikçe yaygınlaşarak toplum geneline yayılır ve bir süre sonra günün normu haline gelir. Böyle bir toplumsal yapı içerisinde zuhur eden mevcut düzenin hastalıklı kısır döngüsünün kırılıp söz konusu döngünün yarattığı nefret yumağının ötesindeki sevgi alanın yaratılması için çalışan hakiki muhalefet bilinci her halükârda ahmaklık veya hadi bilemediniz enayilik olarak nitelendirilmekten kurtulamaz. Oysa biz biliyoruz ki insanlık tarihi çatışmalar ve zıtlaşmalar neticesinde ilerleyen bir süreçtir. Lâkin yazılardaki eksiklikleri deşifre etmeye meyilli okuyucularımız için hemen belirtelim, az önce sözü geçen ilerleme her zaman bir gelişme şeklinde zuhur etmeyebilir. Yani çatışma ve zıtlıkların ortaya çıkardığı her zamansal ilerleme her daim bir gelişim olarak nitelendirilmemelidir, ki nitekim nitelendirilmemiştir de zaten işte. Her neyse, tüm bu bilgiler ışığında sanırız artık ünlü faşist Adolf Hitler’in nasıl bir gençlik istediğine dair sözlerine ve bu sözlerin konumuzla alâkasına geçebiliriz:
“Karşısında tüm dünyanın korkacağı bir gençlik yetişecek. Zorlu, buyurgan, korkusuz, acımasız bir gençlik istiyorum... Entelektüel eğitim istemiyorum... Ama hükmetmeyi öğrenmeliler. En zorlu sınavlarla ölüm korkusunu yenmeyi öğrenmeliler.”
Görüldüğü üzere Hitler son derece isyankâr bir insandı ve gençliğin de aynı kendisi gibi olmasını istiyordu. Ama diğer yandan bakıyoruz ve görüyoruz ki Hitler’in çevresindeki hiç kimsenin isyankâr olmak gibi bir seçeneği yoktu, bilâkis herkesin tek seçeneği ya Hitler’le uzlaşmak, ya da ortadan kaybolmaktı. Çünkü Hitler’in isyankârlığı ötekilerin ölümüyle uzlaşmasından güç alan bir isyankârlıktı. Yani işte aslında onun isyankârlığı yaşamdan ziyade ölüme hizmet eden bir anlayış kıtlığının ürünüydü. Herkes ya Hitler’le uzlaşmalıydı, ya da ölmeliydi, ki nitekim uzlaşmayanlar ölmüştü de zaten. Ne uzlaşmak ne de ölmek isteyen isyankâr ruhlar ise soluğu Amerika’da almışlardı. Meselâ Frankfurt Okulu’ndan Theodor Adorno, Max Horkheimer, ve Herbert Marcuse gibi solcu isimler Amerika’ya sığınırken, aşırı sağ görüşleriyle tanınan Carl Schmitt Almanya’da kalıp Hitler’le uzlaşmış, Hitler’in talimatı üzerine parlamentonun feshedilmesinin ne denli gerekli olduğunu teorik olarak meşrulaştırmış, demokrasinin ne denli gereksiz olduğunu vurgulamış, ve/yani yalakalığı marifet bellemiştir. Görülüyor ki ölümden korkmakla faşizm arasında son derece derin bir bağlantı vardır.
Şöyle: Ölümden korkan kişi ne denli adaletsiz ve vahşi olursa olsun mevcut yaşamla uzlaşmayı seçer ve ötekilerin ölümüne seyirci kalmakla kalmaz, aynı zamanda bu ölümlere alkış ve hatta çanak da tutar. Yani kendi canını kurtarmak için ötekinin ölümüyle uzlaşır. Diğer yandan mevcut faşist yaşama isyan eden kişinin kendi ölümüyle uzlaşmaktan başka seçeneği yoktur. Yani Carl Schmitt gibi bir uzlaşmacının uzlaştığı şey ötekilerin ölümüyken, Adolf Hitler gibi bir isyankârın isyan ettiği şey ötekilerin yaşamıdır. Bu bağlamda isyan ve uzlaşma kavramlarının nasıl olup da tek bir madeni paranın iki yüzü olabilecekleri, ve ne ile uzlaşıldığına veya neye isyan edildiğine göre isyan ve uzlaşının aynı amaca - ötekinin ölümüne – hizmet edebilecekleri gibi acı bir gerçekle karşı karşıya buluyoruz kendimizi. Belli ki ölüm ve yaşam söz konusu olduğunda pek çok kavramın anlamı tersine dönüşebiliyor, birbirinin zıddıymış gibi görünen söylem ve eylemler rolleri değişip iç içe geçip aynı amaca hizmet eder hâle gelebiliyormuş. Ölüme hizmet eden şeylere isyan edebilmek için yaşama hizmet eden şeylerle uzlaşmak gerektiğini ve yaşama hizmet eden şeylerle uzlaşabilmek için de ölüme hizmet eden şeylere isyan etmeyi bilmek gerektiğini söylemeye ise bilmiyoruz bu raddeden sonra gerek var mı.

Karikatür anafikri: (c) Turhan Selçuk.
(c) cengizerdem, Haziran 2008.

No comments:

Post a Comment

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...