Sunday, April 19, 2009

"Prozac Toplumu"

Sinir haplarıyla yaşayan dengesiz bir kızın hayatını anlatan Prozac Toplumu adlı pek popüler romanı artık hepimiz biliyoruz. Doksanlar’ın sonlarında yayınlandığında satış rekorları kırmış bu Elizabeth Wurtzel romanını sinemaya da adapte etmişler geçtiğimiz yıllarda. Genel kültür olsun diye söylüyorum, 1 €’ya satılıyor film şimdi Amsterdam sokaklarında. Romanın filmden daha derinlere nüfuz ettiğini söylemeye sanırım ki gerek bile yoktur. Ama bu filmin kötü olduğu anlamına gelmemeli, ki gelmiyor da zaten.Christina Ricci’nin canlandırdığı Elizabeth Wurtzel kendi hayatından esinlenerek yazmış romanı. Harvard’da yazar olmakla meşgulken geçirdiği acı, keder, elem ve ıstıtrap dolu yılları ve akabinde gelişen daha başka üzüntü verici ve düşündürücü olayları anlatmış kitabında.Filmin yönetmeni Erik Skjoldbj ise filmde yer yer melodrama kayıp olağan karşılanması gereken bazı hadiselere aşırı tepki vermiş film süresince. Tabii bunda bunalımlı karakterin dünyasının ne kadar parçalanmış ve paradokslarla dolu olduğunu anlatmak gayretinin de etkisi var. Ama soyadını bundan böyle anmamaya karar verdiğim yönetmen Bay Erik’in Elizabeth Wurtzel’in diline sadık kalma çabası kurguda aksaklıklar yaratarak bunalımdan histeriye oradan da nevroza ve psikoza(paranoid-şizofreniye) geçişin, daha doğrusu tüm bu ruhsal durumlar arasındaki düzensiz gidiş-gelişin akli dengesini yitirmiş kişinin hayatını nasıl içinden çıkılmaz bir kördüğüme dönüştürdüğünü gerçekçi ve dolayısıyla da etkili bir biçimde ekrana taşımakta yetersiz kalıyor.Hikâyemiz genç kızın ilkokul yıllarında başlıyor. Birinci tekil şahıstan öğreniyoruz ki Wurtzel’in annesi ve babası kendisi çok küçükken ayrılmış. Babası bir gece aniden çekip gitmiş ve bir daha da ne aramış, ne de sormuş.Wurtzel annesiyle birlikte yaşıyor ve annesinin istediği gibi bir insan olmakla kendi istediği gibi bir insan olmak arasında gidip geliyor sürekli. Bu gidiş-gelişler gün geçtikçe şiddetleniyor ve Wurtzel’in bir dediği bir diğerini tutmamaya başlıyor. Mesela Wurtzel annesine bağırıyor çağırıyor, sonra annesi ağlamaya başlıyor, kız tarifi imkânsız bir vicdan azabı duyup bu sefer de kendine yöneltiyor şiddeti. Zorla terapiye gidiyor, terapi biraz işe yarar gibi bir izlenim veriyor, sonra her şey tekrar tepetaklak oluyor. Genç kız intihara teşebbüs ediyor ama akliye ve asabiye mütehassısı olaya zamanında müdahale edip kızın bir çılgınlık yapmasını engelliyor.Görüyoruz ki kişi çevresine karşı düşmanca tavırlar sergilemeye başlayınca kaçınılmaz olarak çevresi de kişiye karşı düşmanca bir tavır takınıyor. Bu düşmanca tavır karşısında daha da saldırganlaşan kişi bu sefer daha da şiddetli tepkiler vermeye başlıyor çevresine. İşte bu kısır döngü böyle sürüp gittikçe kişi koptukça kopuyor çevreden ve tüm olaylar bir kördüğüme, hayat bir çıkmaz sokağa dönüşüyor kişi için.Ama Wurtzel çıkış yolunu buluyor. Tüm bu yaşananlar acısıyla tatlısıyla anlamlı bir romana dönüşüp Elizabeth Wurtzel’i harika bir romanın yazarı kılarak hem annesinin hem de kendisinin istediği gibi bir insan yapıyor. Zira artık onun da anlatacak bir hikâyesi, söyleyecek bir sözü vardır. Hem de bu sözler tıpkı bir Şaman’ı andırırcasına “ben yaşadım, okuyun bunları ve siz de yaşamayın,” diye fısıldamaktadır okura.
(c) cengizerdem

No comments:

Post a Comment

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...